Benim fotoğraf merakım 2008 yazında başladı. O zaman babamın kompakt Casio exilim 5700 ünü alıp herşeyi çekmeye başladım. Tabi o zamanlar diafram neymiş enstantene neymiş bir haberdim. Baktım bu merak tutkuya dönüşüyor. Birazda özentiden kendime makine almaya karar verdim.
İlk hedefim zoom du. Evet. Hemde öyle mm cinsinden değil ondan da pek bilgim yoktu. 10x ve üzeri zoom yapacak bir makine istiyordum bu da beni slr-like dediğimiz megazoom makinelere yöneltti. Allaha şükür optik zoom ile dijital zoomun farkını biliyordum. Fuji finepix 5700 den araştırmaya başladım. O zamanın popüler makineleri canon S3-S5, Sony H5-H9, fujiler, panasonicler, olympuslar hepsini araştırdım. O zaman lets-go-dijital, dpreview gibi sitelerin varlığını öğrendim. Bu sitelerde bu modelleri karşılaştırdım hep özelik yönünden ve yapılan yorumları okudum. GG yada hepsiburada.com dan belli kıstaslarda arama yapıp bulduğum fiyatı uygun modelleri bu sitelerde kıyaslıyor arama motorlarından yazıp makineler haklarında bilgi topluyordum. 350-400 tl ye kadar bütçe ayırdım kendime. Sonunda bu bütçeyi aşıp GG den 500 TL ye Sony H9 aldım kendime.
Tabi bu araştırmalarım sonucunda az çok diafram nedir, enstantene nedir, iso nedir, makro nedir kavramsal olarak öğrenmiştim. Ama bu kavramlar kafamı karıştırıyordu. O zamanlar bende bu hevesi canlandıran, fakat artık onu bilgi ve tecrubemle kat kat geçtiğim meraklı bir arkadaşa sürekli sorular soruyor; bu kavramları kafamda netleştirmeye çalışıyordum. O da elinden geldiğince sabırla beni yanıtlıyordu. Zaten bu kavramların biraz netleşmesiyle H9 da karar kılmıştım. Çünkü H9 beni 30-1/4000 sn enstantene değerleri, f2,7 gibi açık diafram değerleri ile cezbetmişti. Tabi 1cm den makro çekebilmesi de ayrı bir etkendi. O zamanlar bu değerlerde bir slr-like yoktu. Tabi 15x zoomu (35mm cinsinden 31-468 mm yapıyor) da ayrı bir tercih konusuydu. Hatta 18x zoomu var diye Olympus 560uz ile arasında epey tereddütte kalmıştım ama H9 diğer özellikleri ile çok daha ağır bastı.
Öğrendiğim ilk şey slr-like ların diğer ufak boyutlu kompaktlardan farkının geniş enstantene ve diafram değerleri olduğu ve bunların ayarlanabilmesi idi. Ayrıca çok daha yakından makro çekebiliyorlardı. Ayrıca sensör boyutu ve iso ya etkisi konusunda da az çok bilgim oluşmaya başlamıştı. Ama daha crop faktöründen bir haberdim.
Neyse H9 u alıp kullanmaya başladım. Makine elime geçtiği gibi işim fotoğrafçılık hevesini aşılayan arkadaşın yanına gidip onunla gezmek oldu. O fuji 5700 kullanıyordu bende H9. Bayağı bir kasılıyordum, hele birde onun piller gezinin ortasında bitince. Kapalı ve az ışıklı mekanlarda flaş kullanmadan fotoğraf çekebilmek çok hoşuma gitmişti. Çok güzel renkleri vardı. Tabi ilk auto modunda kullanıyordum. Bilgim ve tecrübem artıkça ilk önce program öncelikli daha sonra S,A modlarında ve nihayet M modunda kullanmaya başladım. Normal çekimlerden makroya gece çekimleri yapmaya, Makinemle kaynaştım ve kesinlikle makinemi çok sevdim. Almıştım karar vermiştim artık benim için diğer makineler önemli değildi. O yüzden keşke demedim. Yani keşke S5 alsaydım yada 560uz alsaydım yada 6500fd alsaydım gibi bir sözcük hiç kullanmadım.
Şehirde yaşadığımdan pek çekecek bir şey bulamıyordum. Canım sıkılmaya başlamıştı. Facebook kullanıyordum. Oradan kuzenimin arkadaş listesinden aynı şehirde yaşadığım bir fotoğraf sanatçısı, foto muhabir abi buldum ve tanıştım. Onun vasıtası ile de diğer fotoğraf meraklısı insanlar ve gruplar tanıdım. Ve ilk gruplu fotoğraf gezim olan 8 Kasım 2008 tarihli FDT nin İstanbul Gezisine katıldım şansıma İstanbul’da yaşayan tüm fotoğraf dostları katılmıştı. FDT’nin de 3 üncü ve o zamana kadarki en kalabalık gezisiydi. Kimseyi tanımadığımdan ilk başlarda çekingendim. Sonradan alıştım. Hayatımda geçirdiğim en güzel günlerden biriydi. 80 den fazla fotoğrafçı ile birlikte geziyor hiç kimsen ve hiç bir şeyden çekinmeden her şeyi çekiyordum. Fotoğraf sevgim bu gezi sayesinde daha da arttı ve sürekli bir hale geldi. Ayrıca aynı tutkuyu paylaştığım birçok insan tanımıştım. Tabi bu gezide çektiğim fotoları face de paylaştığım zaman daha da çok tanıdım ve arkadaş listem müthiş genişlemeye başladı. Velhasıl bir günde tanıdığınız 80 küsur kişinin adını yüzünü aklınızda tutamazsınız ama fotoğraflar, facebook sayesinde hepsi arkadaş listeme girmişti.
Bu gezi sayesinde tanıdığım insanlarla İstanbul’da fotoğraf gezileri yaptığım bir arkadaş grubum oldu. Yine ilk tanıdığım abi de kendi memleketimde, yöremde geziler düzenliyordu. Onun gezilerine de katıldım ve kendi memleketimden de fotoğraf sevdalısı birçok insan tanıdım. Böylece hemen her pazar bir fotoğraf gezisine katılmaya başladım. Her gezide yeni yerler gördüm. Yeni insanlar tanıdım. Fotoğraf çekmek adına pratikte kendimi biraz daha geliştirdim. İnternetten araştırma yaptıkça fotoğrafçılık bilgilerimi arttıracak yeni dökümanlar buldum. Bunları usanmadan okudum. Bilgisayarıma kaydettim. Teorik bilgilerimi geliştirdim. H9 ile çok güzel gece, manzara ve makro fotoğrafları çektim ki bunlardan bazıları hala en sevdiğim fotoğraflarım arasındadır. Özellikle gece fotoğraflarım çok güzel oluyordu ki bu beni uzun pozlama tarzı çalışmalar yapmaya itti. Ama günlük çekimlerde de zaten gayet iyiydi. Bir şey hariç geniş açı…
Özellikle dar sokaklarda bir binayı yada yapıyı yada bir odada oturan insanları tam kadraja almak istediğimde geniş açı yetersiz kalıyordu. Bu yüzden makineme geniş açı konverter arayışına giriştim. Hatta zoomu daha arttırmak için tele converterde fena olmazdı. Fakat bu parçalar pahalıydı. Bu makineme bu kadar para vermemiştim. O sıralarda Canon sx10 piyasaya yeni çıkmıştı. Daha geniş zoom aralığı, yeni özellikleri ve H9 dan daha iyi olduğu iddia edilen resim kalitesi ile dikkatimi çekmişti. H9 a bu kadar aparat almaktansa aynı paraya yeni bir makine almak daha iyiydi. Yinede henüz bir dslr almayı düşünmüyordum.
Face'te bu düşüncemi bazı arkadaşlara açtım. Tavsiye ettikleri yeni bir dslr-like almaktansa aynı paraya ikici el bir dslr almamdı. İlk olarak Canon 350D önerildi. Kit lensin yanında bir sigma 70-300 ile 900 tl gibi bir fiyata bulabilirmişim. İnceledim. Aman yarabbi. Dalga geçiyor olmalılardı. Küçüğün kücüğü bir ekran, titreşim önleme ve toz önleme yok. Dslr-likelardaki hiçbir beni cezbeden bir özellik yok. Kesinlikle yeni like alsam daha iyiydi. Ayıca 300mm ne oluyordu benimki zaten 460mm kadar zoom yapıyordu. Tabi crop faktörünü ve sensör büyüklüğünün önemini anlamam ve bunları bilmeyecek kadar kör cahil olduğum için ve bir like kı bir dslr ile kıyasladığım ve like ı yeğlediğim için azarlanmam uzun sürmedi. O zamandan sonra dslr ler hakkında daha fazla bilgi edinmeye azmettim. Tabi gene en büyük yardımcım internetti. O tarihte piyasaya çıkmış tüm marka ve modellerin isimlerini, özelliklerini, birbirlerine göre farklılıklarını, üstün ve zayıf yönlerini hatim ettim. Sonra 400D önerildi ve bir arkadaşım son noktayı koydu: “En kötü dslr en iyi like tan daha iyidir. “ dedi. O andan sonra fikirlerim değişti.
Artık geniş açı, zoom umrumda değildi. Dslr almalıydım. Ama bu 350D yada 400D olamazdı. Kanım ısınmamıştı bu makinelere. Hala likelardaki bazı özellikleri istiyordum. Mesela canlı önizleme gibi. Titreşim önleme gibi. Araştırmaya başladım. Araştırmalarım sonunda sony’nin dslr leri dikkatimi çekti. Zaten marka olarak Sony’den de memnundum. Evet A300 çok cazip görünüyordu…
Zaten dslr almaya karar verdiğim için maliyeti 900 TL lerden 1000 TL lere oradan da 1200 TL lere taşımıştım. Zaten daha fazlasına gücüm yetmezdi. Bu paraya alabileceğim en iyi dslr yi almalıydım. Epey özellik ve fiyat araştırmasından sonra sonunda Dslr tercihlerimi azalmıştı ve Sonby A300 de karar kıldım.
Ama hala fiyatı yüksekti. İkinci eli zor bulunuyordu. Hatta birinci eli bile zor bulunuyordu. 1480 miydi neydi Yalçınlarda A300X in fiyatı. Bilmeyenler için söyleyeyim. X A300 gövdenin yanında 18-70 ve 50-200 olmak üzere kiti ifade ediyordu ve sadece bu iki objektifle birlikte satılıyordu. Tek gövde yada sadece 18-70 kit ile birlikte piyasada yoktu. Ama ben hem fiyat hem aralık bakımından A300K istiyordum. Yani sadece kit lens. 70-3000 aralığında başka bir objektif bakacaktım. Sabrettim bekledim her gün internetteki siteleri takip ettim ve bir gün sahibinden.com da aradığımı buldu. Biri Amerika’dan aldığı 4 ay kullandığı A300 ünü 18-70 kit ve sony 75-300, 4GB CF kartı, yedek pili ile birlikte 1150 ye satıyordu. O makine benimdi. Hemen aradım. Buluştuk. Parayı trink verdim. Zaten bu işe çok niyetlendiğim için hazırlamıştım. Ve makineyi aldım. Hayyama gittim. Pasajın girişinden 40 liralık bir çanta ve UV, polarize filtre ve lens pen aldım. Masrafım 1250 ye yükselmişti. O anda düşündüm. Ben 1-2 ay önce sadece geniş açı konverter istiyordum. Şimdi elimde bir Dslr kiti vardı.
Yeni makineme ısınmaya çalıştım. Yeni makinemle ilk fotoğraf gezimde pek verim alamadım. Gece fotoğraflarım da iyi değildi. Artık 1cm den de makro çekemiyordum. Ayrıca kit lens diafram değerleri H9 un ki kadar açık değildi. Moralim bozulmaya başladı…
H9 umu satarken alıcı makineyi denemiş hareketli bir kediyi gayet net çekmişti. Üstelik adam acemi idi. Aynı kediyi ben bir türlü net çekememiştim A300 ile. Moralim daha da bozuldu. Yüksek enstantene ve flaş kullanmak hiç aklıma gelmemişti. Makine yeni ya ısınamamıştım tam. Tabi doğru beyaz ayrı yapmayı öğrendikçe, makinemi daha iyi tanıdıkça ve yaz geceleri ile kış gecelerinin farkını anladıkça yavaş yavaş moralim yerine geldi. Yeni makinemle daha fazla gezilere katıldıkça daha çok ısındım makineme. Kısık diaframın bir artısını da keşfettim. Gündüzleri de uzun pozlama yapabiliyordum. Özellikle akan suyun olduğu doğa fotoğraflarında çok güzel oluyordu. A300 H9 a oranla daha yaratıcı olabilmemi sağlıyordu. Bunu fark ettim. Sonra bir gezide en güzel ters ışık fotoğraflarımdan birini çektim ve fotoizde günün fotoğrafı oldu. Moralim daha düzeldi. Ters ışık ve yansıma fotoğrafları çalışmaya başladım. Sonra bir gün batımı fotoğrafım daha günü fotoğrafı oldu. Zaten A300 ü aldığımdan beri daha iyi portre çekmeye başlamıştım.
Sonradan anladım ki makinem değil ben gelişmiştim. Bu fotoğrafları da ben çekmiştim. Makine kendi kendine çekmemişti. Bak burada güzel bir manzara var. Bu manzarayı şöyle şöyle çek diye makine söylemiyordu bana. Ben görüp algılıyordum. Makine ve özelliklerinin çok önemli olmadığını anladım. Her makinenin üç aşağı beş yukarı aynı özelliklere sahip olduğunu ve benzer koşullarda aynı fotoğrafı verdiklerini anladım. Makine değil çeken önemliydi. Bunları anlamamda fotoğraf sitelerindeki topiklerinde büyük katkısı oldu.
Artık biliyordum ki amatör bir fotoğrafçı olarak iyice geliştim ve halada gelişiyorum. Yeni şeyler öğrenmeye devam ediyordum. Makinemi severek kullanıyordum, memnunum ve değiştirmeyi pek düşünmüyordum ama hala gece çekimleri ve az ışıklı ortamlarda netleme sorunları yaşıyorum. Çünkü like larda ve üst orta seviyedeki makinelerde olan Af asist light giriş seviyesi dslr lerde yok. Harici flaş almak gerekiyordu. Bu sorunu yanımda ufak bir cep feneri taşıyarak çözmeye çalışıyordum. Karanlıkta çekeceğim nesneyi bir süre aydınlatarak netliyor sonra çekiyordum. Epey zahmetli oluyordu. Tabi bire H9 uma göre ağır olduğu için artık her sokağa çıktığımda yanımda makinem olmuyordu. Birde uzaktan kumandam maalesef yoktu onun yerine kablolu deklanşör almıştım. Onu kullanıyordum. Tüm şikayetlerimde bunlardı yani. Ama keyfe keder. Zaten bunların yokluğunu sadece az ışıklı flaş kullanmadığım uzun pozlamanın gerekli olduğu çekimlerde hissediyorum. Yani açık diaframlı bir lens, uzaktan kumanda ve karanlıkta netleyebilme sadece bu tarz çekimler için gerekli. Hatta uzaktan kumanda sadece bulb için gerekli zaten H9 da öyle bir mod yoktu. Düşünün dslr larda olan bulb modu yok ama giriş seviyesi dslr larda olmayan sadece bazı ileri seviye dslr larda olan uzaktan kumanda ve af yardımcı ışığı var. Bu bile dslr a geçmek için direnmemi açıklar. Ama A300 aldığım dslr ye geçtiğim için pişman mıydım hayır. Kendimi yeterince geliştirdiğimi ve yeni ve üst model bir makinenin zamanı geldiğini düşünüyor muydum kesinlikle hayır. H9’u sattığım için pişman mıyım. Biraz. İkinci bir makine olarak kullanmaya devam edebilirdim. Ama tamamen duygusal işte Dslr aldık fotoğrafçılık gibi zengin işi hobiye merak saldık diye Karun değildim.
Sony A300 makinemi Şubat 2009 dan Nisan 2012 ye kadar kullandım. Bu arada bir çok yeni lens denedim. Harici bir flaş aldım. Tripodlar eskittim. İlk Sony 18-70 f3,5-5,6 kit lensimi verip üzerine biraz ekleyerek Minolta 28-75 F2,8 sabit diaframlı bir lens aldım. Çünkü müze gibi yerlerde ve kapalı mekanlarda çekim yaparken bu kit lens berbattı. Geniş açı merakım olduğu için Sigma 10-20 f4,5-5,6 aldım. Sonra bu ikisini satarak Sony'nin efsane lensi CZ16-80 f3,5-4 aldım. Sonra üzerine Samyang 8mm fish eye ekledim. Balık gözlerini merak ediyordum ve daha geniş açı nasıl olur öğrenmiş oldum. Sonra talihsiz bir kaza sonucu makineyi düşürdüm ve sensör yerinden kaydı. Tamiri 700 lira gibi birşeye mal olunca yeni bir makine almaya karar verdim. O zamana kadar elimde Sony A bayonet lenslerim ve sadece Sony uyumlu bir flaşım vardı. Ailemden biraz maddi destekle Sony A580 gövde aldım. Günümüz makinelerinin özelliklerini taşıyan ve Sony nin yarı geçirgen safsatasına geçmeden önce son çıkardığı dslr dı. Sonra işte 3 sene önce D750 girdi kalbime ve bir çılgınlık edip 24-120 f4 ile birlikte birkaç hafta önce aldım. Hemen ardından sb900 flaş geldi. Şimdi gözümü Sigma 12-24 f4,5-5,6 diktim. Ekipman çantam ve tripodum ömür boyu benimle kalacak.
Bu süre boyunce herşeyi çeken bir fotoğraf sevdalısından bilgi ve tecrübesini epey arttıran amatör bir doğa fotoğrafçısına dönüştüm. Uzmanlık alanım akarsu çekimleri. İlk yılarda ters ışık ve silület çalıştım. Daha sonra doğada yansıma ve gün batımı. Gece fotoğrafları çekmeye zaten ilk yıllardan başlamıştım. Makro hep zor geldi sevmedim. Düğün fotoğraflarımızı çek diye çok teklif geldi. İstemedim. Düğün ortamları beni geriyor. Çok portre denemelerim oldu. Ama hep insanlardan çok doğayı sevdim. Bir çok fotoğraf gezisine katıldım ve birçok üyeliğim oldu. Birçok arkadaşım oldu. Hep merak ettim. Bu fotoğraf nasıl çekilmiş? Benzerleri nasıl çekilir? Nasıl bir ekipman gerekir? "Fotoğraf nedir?"e getiren sorular. Scott Kelby'nin ilk üç cildi ve Özer Kanburoğlu hocanın "Fotoğraf Nedir" ve "Dijital fotoğrafçılık rehberi" kitapları. Tarık Yurtgezer'in "Doğa fotoğrafçılığı" ve "Doğada fotoğrafı görmek" isimli kitapları. 4 senelik Photoworld dergisi aboneliği. Bunları okumak. Teorik bilgiyi pekiştirip pratikte uygulamaya çalışmak. Pratikte zamanla tecrübe kazanmak. Hep daha iyi ekipman almaya sek eden nedenlerdir. "İyi fotoğrafı fotoğrafçı çeker. Makine önemli değildir." safsatalarını çok duydum. Birşey diyeyim mi...Ekipman önemlidir. Bir konser fotoğrafı çekecekseniz yüksek isolara çıkabilen bir gövde ve f2,8 sabit diaframlı bir zoom lense ihtiyacınız var. Müzelerde çekim yapacaksanız keza öyle. Flaş yasak, tripod yasak. Ne kalıyor elinizde? Yüksek iso ve açık diaframdan başka. Düğün fotoğrafçısı iseniz harici flaş şart. Gece çekimi ve doğa fotoğrafçılığında sağlam bir tripod ve kablolu deklanşör şart. Polarize filtre hatta ND filtre de öyle. Hele spor fotoğrafçılığı yapacaksanız. FF bir gövde ve 70-200 f2,8 şart. Böyle bir ekipmanı elde taşıyamazsınız tek ayak şart. Saha kenarında tripod hem yasak hem paratik değil. Yere çömeleceksiniz dizlik şart. Makro mu çekeceksiniz. Makro lens şart ama yetmez. Makro uzatma aparatı da lazım. Geniş açı converterlere hiç boşuna para vermeyin. Ucuz filtre almayın. Makro büyütme filtresi vs uğraşmayın. Sağlam bir tripod alın. ucuz alimimyum çubuklarla uğraşmayın. Bunları hep tecrübelerime binaen söylüyorum. Fakat bu tecrübe hep merak, fotoğrafa olan tutku, çok okumak, çok soru sormak ve çokça çekim yapmak ile oluştu. Fotoğraf kursuna gidin, fotoğrafçılık okuyun hatta güzel sanatları bitirin ama bunlar olmadan olmuyor.
Bu hikayemi fotoğrafa yeni heves etmiş bir çok arkadaşa, hangi makineyi alayım diye soran bir çok yeni yetmeye adıyorum. Kutlu olsun. Umarım beğenirsiniz. Işığınız bol hevesiniz ve tutkunuz daim olsun. Siz de hikayenizi paylaşın. Sevgiyle kalın. Fotoğrafla kalın.
Recommended Comments
Sende sohbete katıl
Önce yorumunu yaz sonra üye ol. Eğer bir hesabınız varsa, hesabınızla göndermek için şimdi oturum açın